31 Ocak 2012 Salı

Anlatı..

mesela bir de şey var; hiçbir bağının olmadığı birşeye bir zaman sonra ait olmak. Daha önce hiç görmediğin, hatta oralı bir arkadaşının dahi olmadığı bir şehirin, yani Adana'nın yarattığı bir takıma bağlanmak, ait olmak...

İstanbul'da doğup büyüdüm, küçükken çevremdeki herkes tarafından 3 büyükleri tutmaya zorlandım. Para teklif edenler oldu, lisanslı ürünler teklif edenler oldu, hatta onların yanında takımım sorulduğunda benim yerime onlar cevap veriyordu. Babam Fenerbahçeli, annem Beşiktaşlı. Annem pek zorlamadı beni Beşiktaş'lı olayım diye, daha çok komşularım zorlamıştı. Babama göre ben zaten Fenerbahçe'liydim, babamın bazı arkadaşlarına göre ise kalbimde Galatasaray yatıyordu. Bu duruma hiçbir zaman mantık verememiştim, veremiyorum. Bir zaman sonra sorduklarında Fenerbahçeliyim demeye başladım. Bunu söyledikten sonra babamın Fenerbahçeli arkadaşları lisanslı formalar şapkalar falan almıştı bana. Ama bir kere bile giyip çıkmadım sokağa :) kendimi ait hissetmediğim birşeye, beni zorladıkları birşeye ısınmamı bekliyorlardı; ve sadece beklemekle yetindiler. Çünkü onlar beni 3 büyükleri tutmaya zorlarken ben bir gün karşılarına çıkıp "ben Adana Demirspor'luyum!" dedim. Güldüler. "Bari memleketinin takımını tut" dediler. "Sivas'lıyım diyorum fakat memleketim İstanbul'dur. İstanbul'da doğup büyüdüm, buralıyım." dedim ve ekledim; "Memleketimin, yani İstanbul'un takımını tutmak istemiyorum. Çünkü onlar samimi değiller." dedim; yine güldüler. Kısa bir süre sonra babam Adana Demirspor atkısı aldı bana. Artık birşeylerin farkına varmaya başlıyorlardı. Fakat atkı yetmiyordu bana. Yazlık, kışlık ürünler istiyordum. Forma, polar, bere, ve odamın camına asmak için bayrak. Herkesin bilmesini istiyordum Demirspor'lu olduğumu. Bir nevi İstanbul'da yaşayan 15 milyon insana karşı bir direniş başlatmıştım. Kalem kalbimdi. Fakat İstanbul'da Adana Demirspor'a dair birşeyler yoktu. Bu beni yıldırmadı ama aklımda soru işaretleri çoğalmaya başladı.. Neden yoktu? Neden heryer sarı-kırmızı, sarı-lacivert, siyah-beyaz'dı? Demirspor'un ürünlerini nasıl bulamazdım koca İstanbul'da? Bulamıyordum işte, yoktu...

Sonraları İstanbuk Tayfası ile de tanıştık, direnişimde tek değildim artık. Tek kalmaya da niyetim yoktu.. Adana'dan birisiyle tanıştım, sevdik birbirimizi. 1 yıl falan konuştuk internetten ki hâlâ da konuşuyoruz. Koyu Demirspor'luydu. Evet, forma yolladı bana. O formayı elime aldığımda, giydiğimde hissettiğim mutluluğu yazıyla anlatamam. Bütün gün o forma üstümdeydi. Bakkala giderken, evde televizyon izlerken, ders çalışırken.. Çıkaramıyordum ki? Nasıl çıkarırdım onu üstümden? Saygısızlık olmaz mıydı? En iyisi yatmadan önce çıkarayımdı.. Fakat dertler biter mi? Tuttuğum takımın maçlarına gidemiyordum. GİDEMİYORDUM! İstanbul Tayfası olarak deplasman düzenleniyordu, ailevi sebeplerden dolayı izin alamıyordum. Düşünsenize, sevgiliniz, hayatınızın anlamı size diyorki "şu gün şu saatte şurada olacağım. Bekliyorum, gel." ama siz gidemiyorsunuz o buluşmaya. Diyorum ki kendime "ulan sen nasıl Demirspor'lusun? Şurdan kalkıp 2 şehir öteye maça gitmiyorsun?!" sonra cevap da veriyorum "Benim elimde olsaydı neden gitmemezlik edeyim?" Bir şekilde avutuyorum kendimi. Sonra Türkiye Kupası'nda Galatasaray'la eşleştik. Bana verilmiş bir hediye gibiydi. Neden mi hediye gibiydi? Maç doğum günüme denk geldi de ondan.. Doğum günümde sevdiğimle buluşacaktım. Onun için birşeyler yapacaktım.. Öyle neşe dolduki içim. Maç günü tribünde mavi lacivertli futbolcuların sahaya girişini gördüğümde gözlerim doldu. Daha bir hırsla bağırdım, son nefesime kadar. Başım ağrıdı, ama susmadım. Ve bundan sonra susmayacağımda. Hani demiştim ya "maçlara gidemiyorum." Galatasaray maçından sonra birşey dedim içimden; "önümde daha uzuuun yıllar var. Gideceğim ya, gideceğim.. Gideceğim.."

Hiç yorum yok: